Uyanır uyanmaz Charlie Brown kazağımı giyiyorum. Sonra en sevdiğim caz piyanistlerinden Vince Guaraldi’nin müziğini açıp, kendi kendime dans ediyorum. Bu benim Cadılar Bayramı merasimim. Alay konusu olmak umurumda değil. Ekimin son pazar sabahına yaraşır bu küçük kutlamamı yaparken kendimi çok mutlu hissediyorum.
İlk kez 1966 yılında tam da bugün, yani 27 Ekim’de yayımlanan Peanuts Cadılar Bayramı özel bölümü It’s The Great Pumpkin, Charlie Brown (Bu Büyük Balkabağı, Charlie Brown) hem öyküsü hem de müzikleriyle Peanuts tarihinde çok özel bir yere sahip. Tabii, benim kişisel tarihimde de.
Bu bölüm, Charlie Brown’ın en yakın arkadaşlarından Linus’ın, büyük balkabağının varlığına nasıl bütün kalbiyle inandığı hakkında. Linus büyük balkabağının canlanarak kasabaya gelip de sihir yoluyla her şeyi yoluna koyacağına inanıyor. Hatta ona bir mektup yazıyor ve şöyle diyor:
“Sevgili Büyük Balkabağı, Cadılar Bayramı’nda buraya gelmeni iple çekiyorum. Umarım bana bir sürü hediye getirirsin. Senin var olmadığını söylüyorlar ama ben sana inanıyorum. Sevgilerimle, Linus Van Pelt. Not: Eğer gerçekten yoksan bile lütfen bana söyleme. Bilmek istemiyorum.”
‘BALKABAKLARI TÜM DÜNYADAKİ İNSANLARA HUZUR VE NEŞE GETİRİYORLAR’
Her birimizin evrende küçücük bir nokta olduğuna inanan ve devasa kabak heykellerinin (ve diğer her şeyin) üzerini noktalarla kaplayan sanatçı Yayoi Kusama da mucizelere inanmasıyla ünlüydü.
Onun sanatı her şeyden önce barış, eşitlik ve mutluluk hakkındaydı ve bence tam da bu yüzden başlı başına bir mucize sayılabilirdi. Kusama da doğal olarak balkabakları konusunda Linus’la benzer duygular içindeydi. Onlar hakkında şöyle söylüyordu:
“Balkabaklarına bayılıyorum. Onlar çocukluğumdan beri manevi yuvam oldular benim. Balkabakları tüm dünyadaki insanlara huzur ve neşe getiriyorlar. Benimle konuşuyorlar. Onlar sayesinde yoluma devam edebiliyorum.”
Bu pazar sabahı, güneş gökyüzünde yükselirken It’s The Great Pumpkin, Charlie Brown’ın soundtrack albümünde yer alan Guaraldi bestesi The Great Pumpkin Waltz’ın (Büyük Balkabağı Valsi) sesini açıyor ve utanç verici dansıma devam ediyorum.
Derken düşüncelere dalıyorum. İçimde bir Charlie Brown var sanki. Nedenini bilmiyorum ama bundan eminim. Her zaman her tür felaket beni buluyor, şans melekleri beni hiç ziyaret etmiyor. Her zaman talihsiz, her zaman melankoliğim. Asla bir yere ait hissedemiyorum kendimi.
Öte yandan, içimde bir Snoopy de yaşıyor gibi geliyor bana. Her zaman şanslı, her zaman dört ayak üzerine düşen… Hiçbir şey keyfimi bozamıyor. Hep çok neşeliyim ve yazdığım küçük öyküleri çok beğeniyorum. Yani birazcık kendini beğenmiş biriyim! Kısacası ben bazen Charlie Brown, bazen de Snoopy’yim.
Dans ederken bunları düşünüyorum ve kendi kendime gülümsüyorum. Vince Guaraldi’nin müziği ne kadar güzel! Kazağım ne kadar yumuşak! Salona serpiştirdiğim mini balkabakları ne kadar turuncu! Zaten dünya siyah beyaz bir yer olduğunda bile balkabakları daima ve inadına turuncu olmaz mı?
Biliyorum, dünya sık sık siyah beyaz bir yere dönüşüyor bu aralar. Ama her şeye rağmen teselli bulabilmek mümkün: Yayoi Kusama hepimizin (biz küçük noktacıkların) evrende var olan sihirli ve görünmez bir bağ ile birbirimize bağlı olduğumuzu düşünüyordu. Bu umut dolu düşünce, her gün kalbimde balkabağı valsleri çalmasına sebep oluyor.
Büyük balkabağı gelip de her şeyi yoluna koymayacak belki ama biliyorum ki, kötülüğün var olduğu her yerde sevgi de bir yolunu bulup sürgün vermeyi başarıyor. Bence Vince Guaraldi’nin piyanosu da tam olarak bize bunu anlatmaya çalışıyor.
Yine de siyah beyaz zamanlarda böylesine iyimser kalabilmek gerçekten de Linus gibi alay konusu haline getirebilir beni. Ama dediğim gibi, umurumda değil. Çünkü ekim biterken, bu serin pazar sabahında, yarı Charlie Brown yarı Snoopy bir varlık olarak, kendi kendime yapabileceğim en radikal eylem, sihre inanmaya ve dans etmeye devam etmek.
Ben de öyle yapıyorum. Salonun ortasında müzik bitene ve kahvem soğuyana dek kendi kendime bir balkabağı valsi yapmaya devam ediyorum… Sihir diye bir şey gerçekten yoksa da bunu kesinlikle bilmek istemiyorum.